Нукхет Исıкоглу: Ергуван Кокулу Спринг ук

Erguvan Kokulu Bahar

Ilık bir rüzgâr ruhumuzu okşadığında, yüreğimizdeki gemiler demir alırlar açık denizlere… İçimizdeki çocuğun elinden tutarak hiç yazılmamış satırlara, hiç yürünmemiş yollara, hiç yaşanmamış anlara koşmak isteriz. Direnmek, söz geçirmek pek mümkün değildir bahar coşkusuna ve taze çimen kokusuna.

Ruhumuza bahar gelmesine gelmiştir ama şehrimize bahar geldiğini nasıl anlarız?

Hayatının tüm baharlarını İstanbul’da yaşamış biri olarak ben ve benim gibiler baharın geldiğini Erguvan ağaçlarının çiçek açmasıyla anlarlar. Erguvan çiçekleri açmadıysa bahar daha tam gelmemiştir.

İstanbul’un doğasında kendiliğinden yetişir erguvanlar. Nisan ayı ortalarından Mayıs ayı ortalarına kadar çiçekleri ile İstanbul’u adeta taçlandırır ve kendine has mor rengine büründürür. Yaprakları yoktur, dallarından ve hatta gövdesinden bile çiçekler fışkırır.

Farsça asıllı kelime olan “erguvan” Türkçe sözlükte “Baklagillerden eflatunla kırmızı arası renkte çiçek açan, güzel bir süs ağacı, deliboynuz. ” şeklinde yer alır.

Soğuk bir kışın ardından İstanbul’un erguvanları bu yıl erken açtı. Genellikle nisanın son haftalarında başlayan çiçeklenme bu yıl 10 gün daha erken başlayarak boğazın kuytu ve güneşli köşelerinde nisan başında tomurcuklandı ve ilk haftanın sonunda çiçek açtı.

Boğazın erguvanları en güzel Eminönü, Üsküdar ve Beşiktaş’tan yapılan vapur seyahatleri ile görülebilir. Avrupa Yakasında Beşiktaş Yıldız Parkı üzerinden başlayarak Yeniköy’e kadar, Rumeli Hisarı’nın sağında ve solunda, Emirgan Korusu’nda, Eyüp yamaçlarında erguvanları seyredebilirsiniz. Anadolu Yakasında ise Paşalimanı’ndan başlar Beykoz’a kadar devam eder bu güzel manzara…

Efsaneye göre erguvanın rengi ve dallarının düzensizliği İsa’ya ihanet eden müridi Yahuda’nın utancından gelmektedir. İsa’yı ele verdikten sonra pişman olan Yahuda kendini o güne kadar beyaz açan erguvan ağacına asmıştır. Beyaz çiçekler açan erguvan ağacı da duyduğu utançtan kızararak bu rengi alır.

Günümüzden yaklaşık 1700 yıl önce, İstanbul’un ayrıcalıklı sınıfına dahil olanları tanımlamak için “erguvanlı odada doğmuş” deyimi kullanılırdı.

Bizans’ın kurulduğu 11 Mayıs’ta açtığı için erguvan imparatorluğun simgesi olarak kabul edilmişti. Rengi armalarda ve imparator ailesinin giysilerinde kullanılırdı. Sarayın içi erguvan renkleriyle döşenir, geleceğin imparatorları erguvan renkli odalarında doğardı. Bizans’ta imparator ve soylular kendilerini “erguvan kanlı” olarak kabul ederlerdi. Doğal yollarla üretilen en zor renk olduğu için bir zenginlik ve güç belirtisiydi ve imparator dışında kimse mor pelerin takamazdı.

Erguvanın ana vatanının Filistin olduğu söylense de İstanbul’un eşsiz mavisi ve yeşili onun yeni yurdu olmuştur.

Osmanlı Döneminde boğazda erguvan ağaçları azaldığında padişah fermanıyla erguvan dikilmesinin emredildiği anlatılmaktadır.

Ahmet Hamdi Tanpınar “İklimimizde gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa o da erguvandır” demiştir.

Ahmet Talat Onay, “Eski Türk Edebiyatında Manzumlar” adlı eserinde; Eski tıbba göre erguvanın tabiatı soğuk ve kuru olduğundan şerbetinin sarhoşları ayılttığını, mahmurluğu giderdiğini, şarabının ferahlık verdiğini, ellere yakılırsa kınadan daha parlak olduğunu belirtmiştir.

Amerika’nın yerli halkı Kızılderililer erguvanın kısa ömürlü çiçeklerinin ilk tomurcuklarını baharın kesin işareti olarak görmüşler ve kara kışı kovup uzaklaştırmak için de çiçekli erguvan dallarını çadırlarının kapısına asmışlardır.

Şaman büyücüleri bin bir türlü hastalığı kovmak için gizemli iksirlerinde hep erguvan kabuklarını kullanmışlardır.

Yaşamak macerasının acemileri olarak bizler şehrin sırtlarına yayılan erguvan ağaçlarına, çiçeklerine asılı kalan yağmur damlalarına bakmalıyız ve o inci damlaların içindeki ışıklı gölgelerde geçmiş zamanın izlerini, söylenmemiş sözleri, bilinmeyen dilleri, yaşanmamış hayatları ve umudu görmeliyiz.

İstanbul’a en çok yakışan ağaç erguvandır. Bir an gözüküp kaybolan utangaç bir süs, baharın ilk habercisidir.
Erguvan mevsiminde rüzgâr erguvan kokar, çiçeklerinin renkleri o kadar göz alıcıdır ki diğer renkler yeşil, mavi, kırmızı onun yanında sönük kalır, gözden düşerler.
Nice şairler Boğaz’ın yamaçlarında açan erguvan çiçeklerine bakarak kendilerinden geçmişlerdir. Ne şiirler yazılmıştır erguvan üstüne…

Erguvanın birden belirişi ve apansız, hüzünlü kayboluşu, sevgilinin bin bir naz ile ortaya çıkarak gönül çalışına ve etrafına işveli bakışlar atıp uzak diyarlara gidişi hissini uyandırır. Sevgiliyle karşılaşma anlıktır. Sonra kaybolur. Zira sahip olunamayacak denli muhteşem bir güzelliği vardır.

İhsan Aktaş Boğaziçi adlı şiirinde bu duyguyu şöyle dile getiriyor.

“Erguvan kokulu be hey zalim yar!
Hangi nazar ile açtın yaramı
Dün gece kalbini akarken gördüm
Bir diyardan öbürüne aşk için.”

Yağmurlar hep yağar, erguvanlar hep açar, yüzümüzde mor bir gülümseme, yüreğimizde umutla…

Ziya Osman Saba’nın şu güzel mısralarında olduğu gibi;

Düşünceli yürürken bir yol dönemecinde, çıkacak önümüze beyaz dallarla bahar

Hatırlatacak bize şen çocukluğumuzu, erguvanlı bir bahçe mor salkımlı bir duvar…

Aşiyan mezarlığında kabri olan İstanbul aşığı edebiyat ustaları Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar birbirlerinin ayakucunda yatarlar ve kabirlerinin etrafı erguvanlarla çevrilidir. Yahya Kemal yakın dostu Ahmet Hamdi Tanpınar’a ithaf ettiği bir şiirinde “Beklemem fecrini leylaklar açan nisanın, özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın” Он је рекао.

Evet erguvanlardan bu kadar bahsedip de konuyu trenlere, demiryoluna getirmeden bırakmak benim için pek mümkün değildi. İstanbul’da sadece boğaz kıyısında değil demiryolunun etrafında da erguvanlar yerlerini aldılar ve trenlerimize de baharı müjdelediler.

Sabah işine gidenlere, akşamları yorgun evlerine dönenlere ya da İstanbul’a trenle gelen misafirlere yol kenarlarından eşlik ettiler, baharın coşkusunu camlardan yorgun bakan gözlere ilk onlar verdiler.

Hayatını erguvan mevsimlerine erteleyenlerin hayal kırıklıkları yaman oluyor…

Trenini son bir saniye ile kaçıran yolcular gibiyim…
Kendi trenini kaçıran ama başka trenlere binmemekte kararlı,

İstasyonlarda kendi trenini beklerken kendini unutanlar gibiyim…
Oysa hayatın beklemeye ve unutmaya tahammülü yok…

 

Acele edelim, vakit kaybetmeyelim. Aniden geldikleri gibi bir sabah aniden kaybolacak erguvanlar…

Kaynak :Nükhet Işıkoğlu

DTD Genel Müdür Yardımcısı

Будите први који ће коментарисати

Оставите одговор

Ваша емаил адреса неће бити објављена.


*